7 Aralık 2006 Perşembe

Gerçek Mutluluk (Şefkat)

Mutlu olmak zannedildiği gibi çevre şartlarına değil, bizim tutumumuza bağlıdır

Gerçek Mutluluk Üzerine Bir İnceleme

Hayatımı anlamlı kılan nedir?

Hepimiz hayatta daha iyi bir şey arıyoruz.
Bu nedenle hayatımızın gerçek yönü mutluluğa doğrudur. 
“Mutluluğa ulaşmanın zihnin eğitilmesiyle başarılabileceğine inanıyorum.” 
“Mutluluğu aramak sadece o kişiye değil aynı zamanda ailesine ve daha geniş anlamda topluma da yararlar sağlar.”
“Esas önemli olan nokta mutluluğun dış etkenlerden çok kişinin zihinsel tutumuyla belirlendiğini göstermektedir.”
“Aslında herhangi bir anda kendimizi mutlu ya da mutsuz hissetmemizin mutlak şartlarımızla çok az ilgisi vardır; bu daha çok durumumuzu nasıl algıladığımızla, elimizde olanla nasıl tatmin olduğumuzla ilgilidir.”
“Sağlıklı olmalı ve varlıklı olmalı gibi tercih ettiğimiz durumları olumlu yönde, başkalarına yardım etmekle kullanırsak mutlu bir hayata ulaşmaya katkıda bulunan etkenler olabilirler. Tabi ki bu şeylerin de –maddi imkânlarımızın, başarının vb.-  tadını çıkarırız.”

FAKAT DOĞRU ZİHİNSEL TUTUM OLMADAN ZİHİN ETKENİNE DİKKAT ETMEDEN, BU UNSURLARIN UZUN VADEDE MUTLULUK DUYGUMUZ ÜZERİNDE ÇOK KÜÇÜK BİR ETKİSİ OLUR.

“İçinizde derinlerde bir yerde nefret dolu düşünceleri ya da yoğun bir öfke barındırıyorsanız bu, sağlınızı da bozacaktır, dolayısıyla da mutluluğunuz için gerekli olan etkenlerden birini yok edecektir.”
“Eğer ZİHİNSEL olarak mutsuz ya da hayal kırıklığına uğramışsanız, fiziksel konforun da pek yardımı olmayacaktır. Diğer yandan sakin, barış dolu bir zihinsel tutumu koruyabilseniz, sağlınız kötü bile olsa çok mutlu bir insan olabilirsiniz.”
“Ya da olağanüstü zenginliklere bile sahip olsanız, yoğun bir şekilde öfke ya da nefret hissettiğiniz anda, tüm sahip olduklarınızı atmak, kurtulmak isteyebilirsiniz. O anda elinizdeki zenginliklerin hiçbir anlamı yoktur.”
“Güzel bir refah örtüsünün hemen altında HAYAL KIRIKLIĞINA, GEREKSİZ KAVGALARA, UYUŞTURUCULARA YA DA ALKOLE BAĞLIMLILIĞA VE EN KÖTÜSÜ İNTİHARA kadar götüren bir tür ZİHİNSEL HUZURSUZLUK vardır.”

Yani refahın tek başına aradığınız neşeyi ya da tatmini size getireceğinin bir garantisi yoktur. Aynısını dostlarımız hakkında da söylenebilir.

"Yoğun bir ÖFKE ya da NEFRET DURUMUNDA, ÇOK YAKIN BİR DOST BİLE SİZE BİR ŞEKİLDE SOĞUK, UZAK, MESAFELİ VE GAYET SIKICI GÖRÜNEBİLİR.”
“Tüm bunlar, zihinsel tutumu, zihin etkeninin, günlük hayat tercihimiz üzerindeki büyük etkisini gösterir. Doğal olarak da bu etkeni çok ciddiye almalıyız.”

Özetleyecek olursak;
“Zihinsel barışı getiren batıni disiplin eksik olduğu sürece, harici imkânlarınız ya da şartlarınız ne olursa olsun, asla aradığınız neşe ve mutluluk duygusunu size vermeyecektir. Diğer yandan, eğer batıni niteliğe, sakin bir zihne, içinizde belli bir dengeye sahipseniz normalde mutluluk için gerekli olduğuna inandığınız çeşitli harici imkânlar eksik olsa bile mutlu ve neşe dolu bir hayat yaşamak mümkündür.

Bir otoparktan geçerken, yeni Toyota Hand Cruiser’e bakmak için durdum, uzun süredir bu tip bir araba istiyordum. Aklımda hala bu araba olduğu halde şöyle bir soru sordum: “Bazen Batı Kültürümüz, maddi kazançlar üzerine kurulmuş gibi geliyor, sanki çevremizde alınan en yeni şeyler, en son model arabalardan sarılmış, bunların bomboş dumanına tutulmuş gibiyiz. Bundan etkilenmemek zordur. İstediğimiz, arzuladığımız o kadar çok şey var ki sanki hiç bitmeyecek gibi.”

“Zannederim iki tür arzu var. Bazı istekler olumludur. Mutlu olma isteği gibi. Bu kesinlikle doğrudur.
Barış içinde yaşama arzusu gibi. Daha uyumlu, daha dost bir dünyada yaşama arzusu gibi. Bazı arzular çok yararlıdır.”

“Fakat bazı durumlarda, arzular mantıksız olabilir. Bu genellikle insanın başını belaya sokar.
Örneğin bazen süpermarketlere giderim. Süpermarketlere gitmeyi gerçekten çok severim, çünkü orada birçok güzel şey görebiliyorum.
Tüm bu değişik şeylere baktığımda içimde bir arzu uyanır ve ilk dürtü “Bunu da istiyorum, şunu da istiyorum” olabilir.
Sonra ikinci bir düşünce belirir, kendi kendime sorarım “Buna gerçekten ihtiyacım var mı? Cevap genellikle hayırdır.
Eğer ilk arzumu, ilk dürtüyü izlersem kısa sürede ceplerim boşalacaktır.

“Bazen bir arzunun olumlu ya da olumsuz olması, içinde yaşadığımız toplumun şartlarına bağlıdır.
Örneğin arabanın günlük hayatımızı yürütmemizde gerekli olduğu bir refah toplumunda yaşıyorsanız, o zaman tabi ki bir arabaya sahip olmayı arzu etmenin yanlış bir yanı yoktur. Fakat Hindistan’da arabanız olmasa bile hayatınızı gayet iyi devam ettirebileceğiniz yoksul bir köyde yaşıyorsanız, onu alacak paranız olsa bile bu araba size sorun olabilir. Komşularınız arasında rahatsızlık yaratabilir ya da buna benzer şeyler olabilir. Ya da daha varlıklı bir toplumda yaşıyorsanız ve arabanız olduğu halde daha pahalı arabalar istiyorsanız, bu da sizi aynı tür sorunlara götürür.”

Burayı biraz tartışabilir miyiz?
“Eğer parasını ödeyebilecekse daha pahalı bir araba istemenin ya da satın almanın kişiye neden sorun çıkarabileceğini anlamıyorum.
Komşularımızda daha pahalı bir arabaya sahip olmalı, onlar için bir sorun olabilir –belki de sizi kıskanabilirler- fakat yani bir arabaya sahip olmak sizde bir tatmin duygusu ve keyif vermez mi?"

“Hayır, kendini tatmin tek başına bir eylemin olumlu veya olumsuz olduğunu belirlemez.
Bir katil, cinayeti işlediği sırada bir tatmin duygusunu yaşayabilir. Fakat bu, onun eylemini haklı çıkarmaz.
Tüm ahlak dışı davranışlar –yalan söyleme, hırsızlık, cinsel suiistimal vb.- o sırada bir tatmin duygusu alan kişiler tarafından yapılabilir.

Olumlu ve olumsuz arzu veya eylemler arasındaki sınır, size anlık bir tatmin duygusunu verip vermedikleri değil sonuçlarının olumlu ya da olumsuz olmalarıdır.

Örneğin daha pahalı eşyalara sahip olma isteği sadece fazlasını ve daha fazlasını isteme düşüncesine dayanıyorsa, giderek elde edebileceklerinizin sınırına ulaşırsınız; gerçeğe karşı gelirsiniz. Bu sınıra ulaştığınızda da tüm umudunuzu kaybeder, depresyona düşer ya da benzeri şeyler yaşarsınız. Bu tür arzunun tabiatında böyle bir tehlike vardır. Aşırıya kaçıldığında, kişiyi hayal kırıklığına, bir hayli akıl karışıklığına ve soruna götürdüğünü göreceksiniz.

Aşırılığın göstergesi de, kişi bir şeyi elde etme isteği hissettiğinde, onu elde edince tatmin olmamasıdır.

“HUSULU ANINDA SENİ TERKEDEN FANİ ŞEYLERE KALBİNİ BAĞLAMAK KAR-I AKIL DEĞİLDİR”

“Aşırılığın (açgözlülüğün) ilginç bir yanı da her ne kadar temeli oluşturan güdü bir tatmin aramak olsa da arzuladığımız nesneyi elde ettikten sonra hala tatmin olmamış olmamızdır. Bunun gerçek panzehiri memnuniyettir.”
“İstek ve arzularınız kontrolden çıkarsa, eninde sonunda istediğimiz fakat elde edemeyeceğimiz bir şeyle karşılaşırız. İkincisi ve daha güvenilir olanı, istediğimizi elde etmek yerine elimizde olanı isteme ve onun değerini bilme yöntemidir.”

Ele Geçenler = a1,
Mutluluk = M,
Beklentilerimiz = a iken

M = a1/a olursa sonuç sonsuzdur.

O halde ideal olan beklentilerin azaltılmasıdır.

“Mutluluğu zenginlik, pozisyon ve hatta bedensel sağlık gibi harici kaynaklarda aramak yerine zihinsel tutumunuz üzerinde çalışmamız daha etkilidir.”
“Her gün sayısız karar vermek ve seçimler yapmak zorunda kalırız. Ve ne kadar uğraşsak da, genellikle, kendimiz için iyi olduğunu bildiğimiz şeyi seçmeyiz.  Bunun bir nedeni de “doğru seçimin” genellikle zor olan yani zevklerimizden bazı fedakârlıklar yapmayla ilgili olan seçim olmasıdır.” 
“Mutluluğu aramanın ilk adımı öğrenmektir. Öncelikle, bizim için olumsuz his ve duyguların ne kadar zararlı olduklarını ve olumlu duyguların ne kadar faydalı olduklarını öğrenmeliyiz. Örneğin nefret, kıskançlık, öfke ve benzeri duygular zararlıdır. Bunlar zihinsel mutluluğumuzu yok ederler. Bunun sonucu olarak da daha fazla korku, çekingenlik, tereddüt ve güvensizlik duygusu gelişir. Diğer yandan, iyilik ve şefkat gibi zihinsel tutumlar son derece olumlu ve yararlıdırlar. Kısacası, iyilik ve şefkat gibi zihinsel tutumları geliştirmenin kesinlikle kişiyi psikolojik olarak daha sağlıklı ve mutlu olmaya götürür.”

Mutluluk sadece iyilik ve benzeri olumlu duyguları geliştirmek ise, neden bu kadar fazla sayıda insan mutsuz?

“Gerçek mutluluğa ulaşmak BAKIŞ AÇINIZDA, DÜŞÜNCE TARZINIZDA BİR DEĞİŞİM YAPMAYI gerektirebilir ve bu da kolay bir şey değildir. Belli olumsuz düşünce tarzlarını aşmak istiyorsanız, bunu sadece belli bir düşünceyi ya da tekniği bir ya da iki kez uygulayarak başarmanız mümkün değildir. DEĞİŞİM ZAMAN ALIR. Hatta bedensel değişim bile zaman alır. Örneğin, bir iklimden diğerine geçiş yaptığımızda beden yeni ortama uyum sağlamak için zamana ihtiyaç duyar. Aynı şekilde düşünce yapınızı değiştirmek de zaman alır. Pek çok olumsuz zihinsel özellik vardır. Bu nedenle de bunlardan her birini bulmanız ve onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. BU HİÇ KOLAY DEĞİLDİR. Çeşitli tekniklerin sürekli uygulanmasını ve bu tekniklere alışmanız için kendinize zaman tanımanızı gerektirir. BU BİR ÖĞRENME SÜRECİDİR.”

Kendisi için olduğu kadar diğer insanların iyiliği içinde hareket ederek başkaları ile yakın ve sosyal bağlar kurma ihtiyacı günümüzde de devam etmektedir.
Koroner kalp rahatsızlığını artıran risk faktörlerini inceleyen Dr. Larry Scherwitz’in yürüttüğü araştırmada, kendileri üzerinde fazlaca yoğunlaşan kişilerin (bir konuşma sırasında “Ben”, “benim” gibi zamirleri sıkça kullanarak kendilerinden bahseden kişiler), diğer sağlığı düzeltici davranışlar kontrol altında bulunsa bile koroner kalp rahatsızlığına daha açık oldukları keşfedilmiştir.
Bilim adamları yakın sosyal bağları olmayan kişilerin kötü bir sağlıktan, mutsuzluktan ve aşırı stresten şikâyet ettiklerini keşfetmişlerdir.

“Hayatımızın amacı olumlu olmayı gerektirir. Başkalarının başına bela açmak, onlara zarar vermek amacıyla doğmadık. Bence hayatımızın değerli olabilmemiz için sıcaklık, iyilik, şefkat gibi temel iyi insan niteliklerini geliştirmeliyiz. Eğer yapabiliyorsanız diğer insanlara canlılara yardım edin. Eğer bunu yapamıyorsanız en azından onlara zarar vermekten kaçının. O zaman hayatımız anlamlı, daha barış dolu ve daha mutlu olur.”
“Sanırım insanlar genellikle, önce kendileri olumlu bir yaklaşımda bulunmak yerine karşılarındaki insanın onlara olumlu bir şekilde yaklaşmasını beklemektedirler. Bu yanlış bir davranıştır. Böyle bir düşünce tarzı sorunlara yol açabilir ve kendimizi diğer insanlardan kopuk hissetmemize neden olan bir engel oluşturabilir. Bunu yenmenin en iyi yolu başkalarına zihninizde şefkat düşüncesi ile yaklaşmanızdır. Bence, bir insanın samimi, içten bir dostluktan mahrum kalması onu sorunlara sürükleyebilir.”

İçten bir dostluğun hem fiziksel hem de psikolojik bir rahatlık sağladığı açıktır.
Örneğin Duke Üniversitesi Tıp Merkezindeki binden fazla kalp hastası üzerinde yapılan bir araştırma, bir eşi ya da sırdaşı olmayan hastaların beş yıl içinde kalp rahatsızlığı teşhisiyle ölme risklerinin, evli olan ya da yakın bir dostları olan hastalara göre üç kat daha fazla olduğunu göstermiştir.

Nebraska Tıp Fakültesinde yüzlerce yaşlı insan üzerinde yapılan bir araştırmada, samimi ve içten bir ilişkisi bulunan kişilerin bağışıklık sistemlerinin daha iyi ve kolesterol seviyelerinin de daha düşük olduğunu göstermiştir.
İçten ve teklifsiz ilişkiler gerçekten sağlığı geliştirmektedir.
Samimi bir ilişki, ruhsal sağlığın korunmasında da aynı derecede önemlidir.

Psikonolist ve sosyal filozof Erich Fromm insanların en temel korkusunun diğer insanlardan ayrı kalmak olduğunu öne sürmüştür.
İlk kez bebeklikte yaşanan bu ayrı kalma tecrübesinin insan hayatındaki tüm endişelerin kaynağı olduğuna inanmaktadır.
Mutluluğun önemli bir parçası olarak yakınlık ve samimiliğin rolünü belirtmiştik. Bu konuda şüphe yok.
Fakat eğer kişi, bir ilişkide uzun süreli bir tatmin arıyorsa bu ilişkinin temeli sağlam olmalıdır.
Cinsel çekicilik ya da yoğun bir aşık olma duygusu, başlangıçta iki insan arasında bir bağ kurabilir, onları birlikte olmaya itebilir, fakat başlangıçtaki bu bağlayıcı unsurların tıpkı iyi bir epoksi yapıştırıcı gibi, uzun süreli bir bağa dönüşmeden önce başka maddelerle karıştırılmaları gerekir.
Bu diğer maddeler neler mi?
Sevgi, şefkat, karşılıklı saygı, vb.
Bir ilişkiyi bu özellikler üzerine kurmak, sadece eşimizle ya da sevdiğimizle değil, aynı zamanda dostlarımızla, tanıdıklarımızla ya da yabancılarla –gerçekte her insanla- derin ve anlamlı bağlar kurmayı başarmamızı sağlayacaktır. İlişki kurmak için sınırsız ihtimallerin ve fırsatların kapısını açacaktır.

Şefkatin (sevecen) tanımı sizce nedir?

“Şefkat kabaca, şiddetin, zarar vermenin ve saldırganlığın olmadığı zihinsel bir tutum olarak tanımlanabilir. Diğer insanların acılarından kurtulmaları için duyulan isteğe dayanan bir zihinsel tutumdur ve başkalarına karşı duyulan sorumluluk ve saygı ile ilgilidir.”

Sevecenliği geliştirmek için kişi, kendisinin acı çekmekten kurtulmasını istemekle başlayabilir ve sonra da kendisine karşı duyduğu bu doğal duyguyu alıp, geliştirebilir, artırabilir ve diğer insanları da kapsayacak ve kucaklayacak şekilde genişletebilir.
SANIRIM İNSANLAR SEVECENLİKTEN BAHSEDERKEN GENELLİKLE SEVECENLİĞİ BAĞLILIK İLE KARIŞTIRMAKTADIRLAR.
Bu nedenle, sevecenlikten bahsederken öncelikle iki tür SEVGİ ya da SEVECENLİK arasında bir ayrım yapmak zorundayız.

SEVECENLİĞİN BİR TÜRÜ, BAĞIMLILIKLA, BİR İNSANI KONTROL ETME YA DA O KİŞİNİN DE SİZİ SEVMESİ KARŞILIĞINDA ONU SEVME DUYGUSUYLA KARIŞTIRILMAKTADIR.
Bu sıradan sevgi ya da sevecenlik türü, oldukça kısmı ve taraflıdır. Ve sadece bunun üzerine kurulmuş bir ilişki sağlam değildir. Böyle taraflı ve kişiyi bir dost olarak görmek ve tanımlamak üzerine kurulmuş olan bir ilişki belli bir duygusal bağımlılık ve yakınlık duygusuna neden olabilir. Fakat durumda küçük bir değişiklik, diyelim ki bir anlaşmazlık olduğunda ya da arkadaşınız sizi kızdıracak bir şey yaptığında tüm görüşünüz değişir, “arkadaşım, dostum” kavramı artık ortadan kalkar. Duygusal bağımlılığın buharlaştığını görürsünüz ve bu sevgi ile ilgili duygunun yerini belki de nefret duygusu alabilir. Yani, bağımlılık üzerine kurulu bu tür bir ilişki nefretle yakından ilgili olabilir.

“Bence öncelikle, gerçek bir sevgi ya da sevecenlik ile temeli bağımlılık olan sevgi arasında nitelik farkı vardır. İkisi aynı duygu değildir. Gerçek sevecenlik, çok daha güçlü, çok daha geniştir, çok derin bir niteliği vardır.”

Pekâlâ, insanın mutlu olması için samimiyetin ve sevecenliğin son derece önemli olduğunu söylediniz. Fakat tabiatım gereği pek sıcak ya da sevgi dolu bir insan değilim. Doğruyu söylemek gerekirse, kendimi özellikle sevecen ve fedakâr hissetmiyorum. Daha çok mantıklı, pratik zekâlı ve belki de entelektüel biriyim ve bu tür duygular hissetmiyorum. Fakat hayatımdan memnunum, hayatımın her şekilde gidişinden mutluyum, çok başarılı bir işim, dostlarım var. Ve karım ile çocuklarımın geçinimini sağlıyorum, ayrıca onlarla iyi bir ilişkim olduğuna inanıyorum. Hayatımda bir şeyler eksikmiş gibi gelmiyor. Sevecenliği, empatiyi (arturizm), sıcaklığı ve benzeri özellikleri geliştirmek kulağa hoş geliyor, fakat bunun önemi ne? Bunlar bana çok duygusal görünüyor.

“Öncelikle, eğer bir insan böyle söylüyorsa, gene de bu kişinin derinlerde bir yerlerde mutlu olduğundan şüphe ederim. Şefkatin, insanın yaşamının devamlılığına ve gerçek değerini oluşturduğuna inanıyorum ve bu olmadan temel bir parça kayıptır. Bir başkasının duyguları için derin bir duyarlık hissetmek sevgi ve şefkatin bir parçasıdır ve bu olmadan, örneğin bir erkeğin karısına bağlı olmada bazı sorunları olacaktır.”
“Eğer bir insan, gerçekten diğer bir insanın acısına ve duygularına aldırmayan bir tutum içindeyse bir milyarder, iyi bir eğitim görmüş biri olsa, ailesi ve çocukları ile sorunları olmasa ve çevresi arkadaşları, diğer zengin iş adamları, politikacılar ve ülkenin liderleri ile dolu olsa bile, bence tüm bunlara rağmen, tüm bu olumlu şeylerin etkisi sadece yüzeysel olacaktır.”
“Eğer insanlarda şefkat varsa, bu doğallıkla güvenebilirler, ekonomik sorunları olsa ve servetleri azalsa da hala dostları ile paylaşabilecekleri bir şeyler vardır. Dünya ekonomisi çok nazik bir denge üzerinde durmaktadır ve hayatta birçok kayba katlanmak zorunda kalmaktayız, fakat şefkatli bir tutum her zaman bizimle beraber olabilecek bir şeydir."
“Eğer şefkati geliştirecek çeşitli yöntemler söz konusuysa önemli olan, insanların şefkatli olma kapasitelerini geliştirmek için ciddi bir çaba göstermeleridir.  Şefkatli olma kapasitelerini geliştirebilmeleri pek çok değişik etken bağlıdır, bunların ne olduğunu kim bilebilir ki? Fakat daha iyi, daha şefkatli olmak ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için tüm güçlerini kullanırlarsa, günün sonunda, ‘En azından elimden geleni yaptım!’ diyebilirler. Bedensel sağlığa yaptığı yaralı etkilere ek olarak şefkatli ve ilgili olmanın, ruh sağlığının iyi olmasına yardımcı olduğu açıktır. Araştırmalar, başkalarına yardımcı olmaya çalışmanın, kişiyi mutlu olmaya, zihninin daha sakin olmasına ve daha az depresyona sevk ettiğini göstermiştir.”

Geçmişe ve çevremize dikkatlice bakarsak görürüz ki, hiç kimsenin acı çekmeden, kayıplara uğramadan yaşayamayacağımızı öğreniriz. Bu korkunç talihsizliklere ve acılara sadece biz uğramayız. Bu iç görü, kayıptan doğan ve engellenemez acıyı yok edemese de hayatın bu acı gerçeğine karşı mücadele etmekten doğan ıstırabı azaltır. 
“Her ne kadar acı ve ıstırap evrensel olsalar da bu, onları kolaylıkla kabul edebileceğimiz anlamına gelmez. İnsanlar acıyı tecrübe etmekten kaçınmak için çok çeşitli stratejiler bulmuşlardır. Bazen, ilaçlar gibi dış yardımcılara başvururuz; duygusal acımızı uyuşturucu ya da alkolle tedavi etmeye çalışırız. Bir içsel mekanizmamızda sorunlarla karşılaştığımızda aşırı duygusal acı ve kedere karşı bir tampon görevini gören ve genellikle bilinçsizce kullandığımız psikolojik savunmalardır. Bazen, bu korunma ve mekanizmalar çok ilkel olabilir, örneğin bir sorunun olduğunu kabul etmeyi reddetmek kadar basit olabilir. Kimi zamanda bir sorunumuz olduğunu belli belirsizce olsa bilmemize rağmen bunu düşünmekten uzak durmak için zihnimizi milyonlarca başka şeyler meşgul edebilir ya da avutabiliriz. Ya da yansıtmayı kullanabiliriz, bir sorunumuz olduğunu kabul edemediğimiz için, bu sorunu bilinçsizce başkalarına yansıtır ve kendi acımız nedeniyle onları suçlarız.
“Evet, ben zavallıyım. Fakat sorunu olan ben değilim. Sorunu olan bir başkası. Eğer lanet olasıca patronum sürekli olarak benimle uğraşmasa, ya da arkadaşım beni görmezden gelmese, ya da ... daha iyi olurdum." Acı çekmekten sadece geçici olarak kaçınılabilir. Fakat iyileşmemiş bir rahatsızlık gibi (veya belki de ilaçlarla sadece belirtileri gizleyecek kadar yüzeysel olarak düzelmiş fakat asıl sebebi iyileşmemiş bir rahatsızlık gibi) değişmez bir şekilde azar ve kötüleşir. Uyuşturucu ve alkolle ulaşılan coşku kesinlikle bir süre için de olsa acımızı hafifletir fakat sürekli kullanıldıklarından, bedenimize verdikleri fiziksel zarar ve hayatımıza verdikleri sosyal zarar bizi bu maddeleri baş tacı yapmaya yönelten tatminsizlikten ve şiddetli acıdan daha büyük acılara neden olabilir.

İntihar etme ve bastırma gibi içsel psikolojik savunmalar daha uzun bir süre bu acıyı örtebilir. Ve bizi acı çekmekten koruyabilir, fakat gene de acıyı yok etmez.
Bir örnek olay anlatayım size:
Randall bir yıldan kısa bir süre önce babasını kanserden kaybetmiştir. Babasıyla çok yakın olduğu için bu kayıp karşısında yıkılmamasına herkes şaşırmıştı.
“Elbette çok üzgünüm” diye açıkladı kuru bir ses tonuyla.
“Fakat gerçekten iyiyim, onu özlüyorum, fakat hayat devam ediyor. Ayrıca ne olursa olsun, şimdi dikkatimi ona duyduğum özleme vermem; cenaze işlerini halletmem ve annem için eve göz kulak olmam gerekiyor. Fakat iyi olacağım” diyerek herkesi rahatlatıyordu.
Bir yıl sonra, babasının ölüm yıldönümünden kısa bir süre sonra Randall ciddi bir depresyona düştü. Beni görmeye geldiğinde şöyle bir açıklama yaptı:
“Bu depresyona neyin neden olduğunu anlayamıyorum, her şey iyi gidiyor gibi görünüyordu. Bunun nedeni babamın ölümü olamaz; öleli bir yıldan fazla oluyor ve ben onun ölümünü kabul ettim.”

Terapi sonunda, güçlü olabilmek için duygularını sıkı sıkıya kontrol altına almaya çalışırken aslında bu kayıp ve keder duygusuyla asla başa çıkamadığı ortaya çıkmıştır. Bu duygular büyüdükçe büyümüş ve sonunda başa çıkmak zorunda olduğu büyük bir depresyon olarak kendini belli etmiştir.
Randall’ın durumunda babasını kaybetmekten dolayı duyduğu acıya dikkatini yönelttikçe depresyonu hızla düzelmeye başladı. Ve sonra acısıyla yüzleşmeyi, onu yaşamayı başardı.
Gene de bazen, sorunlarımızla yüzleşmekten kaçınmak için kullandığımız bilinçsiz stratejiler daha derinlere yeğlemiştir, kişiliğimizin bir parçası olacak kadar kökleşmiş mekanizmalar haline gelmişlerdir ve bunlardan kurtulmak zordur. Pek çoğumuz sorunlarını başkalarına yansıtarak onları suçlayan –ve böylece sorunlarından kaçan- bir arkadaşımız, tanıdığımız, ya da akrabamız vardır. Bunun sorunları ortadan kaldırmanın etkili bir yöntem olmadığı kesindir. Bu nedenle bu kişiler böyle davranmaya devam ettikçe hayat boyu mutsuz olmaya mahkûmdurlar. 

Günlük hayatımızda ACILAR VE SORUNLAR ortaya çıkmaya hazır bir halde beklemektedirler. İşte bu nedenle karşılaşabileceğimiz acılara kendimizi alıştırmanın ve önceden kendimizi hazırlamanın yararlı olabileceğine inanıyorum. Savaş benzetmesini kullanırsak, acı çekmek üzerine düşünmenin savaş eğitimi gibi olduğunu söyleyebiliriz. Savaş, silahlar, bombalama ve birçok gibi şeyleri hiç duymamış insanlar bir savaşa girdiklerinde kendilerinden geçebilirler. Fakat askeri talimler sayesinde zihnimizi bunun olabileceğine alıştırabiliriz; böylece bir savaş çıktığında bu durum bizim çok zorlayıcı olmaz.

İyi dileklerimle mutlu günler temenni ederim.

Hiç yorum yok: