Düşmanlarımız bizim en iyi öğretmenlerimizdir
Genel olarak düşünürsek tabi ki hasımlarımızın iyiliğini istemeyiz. Fakat hasmımız bizim yaptıklarımızdan dolayı mutsuz olsa bile, bunda sevinmemizi gerektirecek ne vardır. Bunu dikkatlice düşünmemiz lazım. Böylesi bir düşmanlık duygusunun ağırlığını taşımak kişide hastalık yaratır. Gerçekten bunun olmasını ister misiniz?
Öfke ya da nefret, tıpkı balık oltası gibidir. Bizim de bu oltanın çengeline takılmaktan kaçınmamız çok önemlidir. Nasıl nefrettten daha kötü bir keder yoksa"sabır" kadar da büyük bir tahammül yoktur. Bu nedenle,bir insanın düşmanına karşı nefret beslemek yerine kendi sabır ve hoşgörüşünüzü geliştirmek için bir fırsat olarak kullanmak yolunda elinden gelen tüm çabayı harcamalıdır.
Gerçekte, bir hasım, sabır duygusunun geliştirilmesi için gerekli bir unsurdur. Bize sıkıntı verenlere, zorluk çıkaranlara sahip olmadan, sabır ve hoşgörünün geliştirilmesi dolayısı ile kemale erişilmesi mümkün değildir.
Dostlarımız düzenli olarak bizi sınayıp sabrın geliştirilmesi için fırsat yaratmazlar; sadece hasımlarımız ve sıkıntı verenler bunu yaparlar. Bu noktadan onlar bizim en büyük öğretmenlerimiz olarak kabul edilebilir ve bize sabır duygusunu geliştirmek için eşsiz bir fırsat sunduklarından onlara saygı duyabiliriz. Bu nadiren yakalanan bir şanstır. Eğer sabır ve hoşgörüyü geliştirmede başarılı olmuşsak, bunun nedeni hem kendi çabalarınız hem de düşmanınızın sağladığı fırsattır.
Bu nedenle, onları benzersiz yapan şey de, bize sıkıntı verme isteği ve sabırlı olmayı öğrenmemiz için bu değerli fırsatı vermesidir. Kişinin tekamülü için bir fırsat kabul ederek sıkıntı verenlere hürmet göstermek teklifini başlangıçta hazmetmet zor olabilir. Bu durum bir insanın bedenini ağırlık çalışmalarıyla şekillendirmeye ve güçlendirme çalışmasına benzemektedir.
Tabi ki ağırlık kaldırmak başlangıçta zahmetlidir, zorlayıcıdır. Kişi zorlanır, terler, mücadele eder.
Halbuki, bu dirence karşı verdiğimiz mücadele sonunda güçleniriz. Genellikle bize sıkıntı verenler bir kaç kişiyle sınırlıdır, belki iş yerinde biri, akrabası, eşi hatta kardeşi......
Bu noktadan bakıldığında onlar gerçekten de nadirdir. Kaynağımız sınırlıdır.
Hayatımız boyunca hiçbir düşmanla ya da bu türden engellerle karşılaşmasaydık, ta beşikten mezara kadar tanıştığımız herkes bizi şımartsa, bizi desteklese, elleriyle beslese (hem de hazmetmesi kolay, hafif karışımlı yiyecekler vererek) neşeli oyunlarla ve şarlatanlıklarla bizi eğlendirse neler olurdu hayal etsenize.
Eğer bebeklikten itibaren bir sepette taşınsak (daha sonra da tahterevanda) hiçbir meydan okumayla karşılaşmasak, asla sınanmasak, kısaca herkes bize bir bebekmişiz gibi davransa...
Bu başlangıçta kulağa hoş gelebilir. Hayatımızın ilk bir kaç ayı boyunca uygun olabilir. Fakat bu şartlar devam ederse, sonuçta sadece jelatinden bir kütle, bir süt danasının zihinsel ve duygusal düzeyine sahip oluruz.
Bizi biz yapan, hayatta verdiğimiz mücadelelerdir. Bizi sınayan, tekamül ettirenler de bu direnci sağlayanlar da o hoşumuza gitmeyenlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder