Toplumsal sosyolojik problemlerin bence en büyük etkeni duygusal zekâyı tanımamamız ve uygulamaya sokamayışımızdır
Varsa yoksa akademik zekâ.
Sonuç mu?
Fazla söze ne hacet…
Okullarında takdirname almış bir çocuk, arkadaş edinmede kendini yalıtıp anti sosyal olmuştur veya bu kadar zekâsı olup da günlük yaşamın akışı içinde karşılaştığı bir problemden korkup kaçan, saklanan çocuklar olduğunu çokça görebiliriz. Yine eşit zekâya sahip iki kişiden biri hayatta başarılı olurken diğerinin başarısızlıklardan yakasını kurtaramadığını, duygusal hayatını kontrol altına alamadığını görebiliriz.
Şunu anlamak ve ayırt etmek gerekir ki ebeveyn ve öğretmen olarak, çocuğumuzun akademik başarısına mı yoksa hayattaki başarısına mı önem veriyoruz?
Bizim için hangisinin öncelikli olduğunu fark etmemiz gerekir.
Genel olarak, okul başarısı hayattaki başarıyı da getirir dediğinizi duyar gibiyim.
Düşünceniz bir anlamda doğru olabilir, fakat birçok kez bunun doğrulanmadığını görüyoruz.
Bu durumun bizim eğitim sistemimizle de doğrudan ilgili olduğunu düşünüyorum.
Uygulu çocuk; sorun çıkarmayan, her ortamda kendisi dışındaki dünyayı onaylayan bir çocuk, toplumun istediği birey özelliklerine sahip gibi görülebilir. Oysa gerçek hayatla baş başa kaldığında bir şeyler yapması beklendiğinde, ciddi anlamda bir problemle karşılaşacaktır.
Bildiği, alıştığı bir çevrenin dışında başka bir çevreyle karşılaştığında, yapabilecekleri ne olacaktır?
Hayatla nasıl bir uyum içine girecektir.
Okulun bireyi hayata hazırladığı düşünülürse işin eğitim, bir başka deyişle terbiye kısmı eksik kalmaktadır.
Eğitim sistemi bu anlayışını değiştirmeye başlamış olsa da bu tam olarak uygulamaya geçmemiş bir düşüncedir.
Oysa zaman ve dünya inanılmaz bir hızda ilerlemektedir.
Artık araştıran, üreten, geliştiren bireylere ihtiyaç vardır.
Fazlasıyla yüklü müfredatın zamanında bitirilme kaygısı, okullarımızda eğitimi duygusal kısmından ziyade zihinsel kısmına yöneltmiştir.
Günümüz eğitim anlayışı akademik zekâ üzerine kurulmuştur.
Öğrenci verilen bilgileri ne kadar öğreniyor, ezberliyorsa o kadar başarılı sayılmaktadır.
Ancak pek çoğumuzun şaşkınlıkla izlediği gibi bilgili, eğitim kurumlarında başarılı, hatta iyi bir meslek elemanı kişiler, insan ilişkilerinde o kadar başarılı olamamaktadırlar.
Eğitimin tek amacı, çocuğa bir takım dersler öğreterek onları mesleğe hazırlamak olmamalıdır.
Çocuğa yalnızca fizik, kimya, matematik, tarih vb. konular öğretmek okulun biricik görevi olarak görülmektedir.
Hâlbuki eğitim, öncelikle insan ilişkilerinin en önemli parçası olan iletişimi öğretmelidir.
Çocuğu, günlük yaşamda karşılaşacağı durumlara hazırlamak, gerçek kişilerle kuracağı iletişimi öğretmek, eğitimin ilk adımı olmalıdır.
Pek çok veli çocuğunun akademik başarısı için her türlü fedakârlığı göğüslemektedir.
Velilerin çocukları için yaptıkları fedakârlık, harcadıkları zaman, para ve enerji bu yoldadır.
Buna rağmen bazen çocuğun gösterdiği akademik başarıdan da memnun olmamaktadır.
Kafamızdaki başarı kalıpları ve ölçüleri çocuğumuzun özellikleriyle ters düşmektedir.
Siz matematikte başarılı olmasını hayal edersiniz, o ise resim dersinde başarılıdır.
Günümüz okulları, toplumsal davranışlar öğretmekten çok uzaklaşmış, saldırgan, başkalarının duygu, düşünce ve haklarına yeterince saygı duymayan veya içine kapanık öğrencilerle ve bu durum karşısında ne yapacağını tam olarak bilemeyen öğretmen ve yetkililerle dolmuştur.
Goleman, yaptığı araştırmalarda şimdiki kuşağın, bir öncekine oranla duygusal açıdan daha fazla zorluk çektiğini, dünya çapında yaygın bir eğilim olarak daha yalnız ve depresif, daha kızgın, asi, daha sinirli ve saldırgan olduklarını ortaya çıkarmıştır.
Çocuklarımızın sorumluluğunu yalnızca okula yüklemek veya ana babaya yüklemek işleri yoluna koymaz.
Ana baba ve öğretmenler olarak üzerimize düşenleri yapmak zorundayız.
Çocuklarımızın eksikliklerini eğitim sistemine yükleyerek eli kolu bağlı seyretmeli mi, yoksa duygusal zekâsı olan bir birey gibi davranarak bize düşen sorumluluklarımızı yerine getirmeli miyiz?
Hemen hemen tüm ülkelerde ezberci eğitim eleştirilmektedir.
Asıl olan hayat başarısıdır.
Goleman'a göre IQ’nun hayattaki başarıya katkısı yalnızca yüzde yirmidir.
Geri kalan yüzde seksenini belirleyen başka etkenler vardır.
Kendine güvenli, sosyal problemlerini çözme yeteneğine sahip, kendini ve hayatı seven, yeteneklerinin farkında ve geliştirme yolunda mutlu bireyler yetiştirmek genel hedefimiz olmalıdır.
Sevgi ve selamlarımla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder